Anadillerimiz

Kültürel alışkanlıklar öyle birden oluşmuyor, kültürel değişim kısa bir zaman aralığında gerçekleşmiyor. Modern Muaşeret Kuralları (günümüz görgü kuralları) kitabını alıp okuyarak sorunu çözemiyorsunuz. Güncel bilgileri edinerek üstesinden gelemiyorsunuz. Ne yaparsanız yapın bir başka kültüre geçiş, bütünüyle geçiş, hiçbir alanda yabancılık duymayacak ölçülerde geçiş ancak nesiller sonra olabiliyor. Köyden kopup kente gelindiğinde, kentin sokaklarını öğrenmekle, insanların yaşamlarını gözlemlemekle kent kültürü gerçekleşemiyor. Evdeki hayatla dışarıdaki hayat arasında sürekli çatışkılar, çelişkiler yaşanacaktır. Evdekine göre başladıysan dışarıya uyum sorunu kaçınılmaz olacaktır.

Herbert Spencer’in anadili kuramına göre aynı dili konuşan insanlar arasında belirleyici olan anadildir. Bir burjuvayla bir halk insanının anadilleri ayrıdır.

Bir burjuvayla bir işçi aynı eğitimi alsalar, aynı kitapları okusalar, hayata bakışları aynı yetkinlikte olsa, o ikisinin anadilleri ayrı olacaktır. Anlayışlar ve bu anlayışlardan kaynaklanan dil, konumlara ve kültürlere göre farklılaşmaktadır.

HG Wells, Otobiyografisinde şöyle diyor:

     “…Herbert Spencer’ın diliyle konuşmak gerekirse, aşağıdan gelen adam çevresine uyum sağlayamaz. Bununla da kalmaz; hiçbir çevreye uyum sağlayamaz. Yeni kabuğundaki dili onun ana dili olmadığı, tavırları alışkanlıkları üzerine uymayan iğreti bir giysi gibi durduğu için, tüm çabaları yalnız aşağıdakilerden ayırt edilebilecek ölçülerdedir, çok azdır. O, bir tür sosyal derleme, kısa öyküler kitabı ve benim Tanıdığım insanların toplandığı bir andaçtır… Sınıf atlayan bu adamın evliliğinde, başına iki şeyden biri gelir. Ya aşağıdakilerden biri ile erken yaşta evlenir, kadın, ona ayak uyduramaz ya da yukarılardan çok tatlı ve genç biri ile geç evlenir –bu kez o, kadına ayak uyduramaz.”

Dini toplumlarla laik toplumlar arasında, sanayi toplumuyla çiftçi toplumlar, yazılı kültüre sahip toplumlarla (batılı toplumlar) sahip olmayanlar (doğulu toplumlar) arasında kültürel farklılıklar vardır ve birinden diğerine geçiş bir süreç işidir. Süreç işidir ancak giderilemez de değildir, kendiliğindendir.

Ancak bir burjuvayla halktan biri arasındaki kültürel ayrım aşılması en zor olanıdır. Diyelim Wells’in yukarıda sözünü ettiği gibi halktan birine Tanrı “Yürü ya kulum,” dedi ve kul bir rastlantı sonucu elde ettiği bir boşluktan yararlanarak en varsılları kıskandıracak varlık edindi. İşte o kişi istese de bir burjuva olamaz. Jack London’ın Yanan Gün adlı romanında bu çelişki dile getirilir. En önemlisi burjuvaların kendilerini üstün görme duygularını edinmek bir halk insanı için neredeyse olanaksız bir şeydir çünkü halk insanı bunun yapaylığını çok iyi bilir. Farklı müzik, farklı tutum ve davranışlar, ilişkiler, dil, yaşam anlayışı, dünyaya ve insanlara bakış her şey farklıdır. Halktan bir insana bunlar anlaşılmaz gelecektir çünkü kendisi olabildiğince doğal bir yaşamın içinden gelmiştir. Bir burjuva da bir halk insanı olma çabasını gösterebilir, yazılı kültürden edindikleriyle içinde bulunduğu yaşamın yapaylığını görebilir ve kendini değişime koşullayabilir. Birçoğunu başarsa da içindeki o üstünlük duygusunu, başkalık duygusunu söküp atamaz.

Gerçekte bu üstünlük duygusu yalnızca burjuva yaradılışa özgü değildir. Sözgelimi bir kentli bir köye gittiğinde, bir büyük kent insanı bir ilçeye gittiğinde, gelişmiş bir bölgenin insanı gelişmemiş bir bölgeye gittiğinde ora insanına göre kendinde bir başkalık görecektir. Onlarla diyaloğunda pek göstermese de bu başkalığı yani bir kibir gibi ya da alçakgönüllülük duygusu falan, hissedecektir.

Burjuvalardaki zenginlik duygusundan gelen üstünlük duygusunun içinde onların eğitim olanaklarından çokça yararlanma sonucu bir entelektüellik var olabilir ancak büyük çoğunluğunun duygularının tabanında bir soyluluğun olduğunu gözlemliyoruz. İşte bu soyluluk duygusudur ki onları içinde yaşadıkları halka yabancılaştırıyor. Halkların da bu insanlardan birini olsun (onlardan iyilik görmediyse) sevgiyle andığı görülmemiştir.

*

     İnsan kendi emeğiyle varsıl olamaz. Varsıllık emek dışı bir şeydir. Bir buluştur, bir alışveriş kârıdır, onlarca, yüzlerce, binlerce insanı işliklerde ya da fabrikalarda çalıştırıp üretim yapmaktır, ihalelerdir, yapılardır; dolandırıcılıklardır, hırsızlıklardır, usulsüzlüklerdir, yan çıkmalar, adam kayırmalar savaşlar, silahlar, hastalıklar ilaçlar falandır. Kimi hep birlikte bunların kaynaşarak gerçekleşebilmesidir. Ancak varsıllık kesinlikle bir emek sonucu değildir.

Tarih bunu doğrular.

04.10.2017