Haset Çıkmazı

Benim için bir güldürü unsuru olmaktan çıkıp düşünsel bir tespit konumuna gelen fıkra şöyle:

Adam ölmüş, gözlerini öte dünyaya açmış, bakmış Araf’ta, bir görevli de başında. Görevli, “Bir süre burada bekleyeceksin,” demiş.

Adam beklemiş sonra düşünmeye başlamış çünkü kendisiyle birlikte gelenler ve sonradan gelenler de akın akın önünden geçip cennete ya da cehenneme gidiyorlarmış.

Bekletilmesinin nedeni günahlarıyla sevaplarının milimi milimine birbirine denk düşüyor olmasıymış. Böylesi bir durumla ancak yüzyılda bir karşılaşılıyormuş ve bu nedenle de cennet-cehennem kurulu toplanmış. Uzun tartışmalardan sonra adam cennete kabul edilmiş. Bir görevli ona cennetin kapısına kadar eşlik etmiş. Tam kapılar açılacağında adam görevliye, “Nereden kurtulduğumu görmek istiyorum,” demiş. Görevli onu cehenneme götürmüş. Orada koca koca memleket kazanları, içlerinde bağırıp çağıran, yalvarıp yakaran insanlar, ha babam kazanların altına odun atan zebaniler ve kazanlardan çıkmak isteyenleri kafalarına uzun küreklerini indirerek durduran zebaniler. Tüm manzara değişmeksizin bu. Gördükleri ilk kazan İspanyollarınmış. Mısırlıların, Fransızların, Amerikalıların ve diğer memleket kazanlarının önünden birer birer geçmişler ve hep aynı manzarayla karşılaşmış adam. Tam çıkış kapısına geldiklerinde manzara birden değişmiş. Bir kazanda yine bağırıp çağıran, yalvarıp yakaran insanlar varmış, yine kazanlara durmaksızın odun süren zebaniler varmış ancak kafalara kürek indiren zebaniler yokmuş. Adam görevliye sormuş şaşkınlıkla. Görevli açıklamış: “Bu Türklerin kazanı,” demiş, “Onlar birbirlerinin ayağını çekerek kaydırdıklarından küreğe gerek kalmıyor.”

Yaşamım boyunca bu ülkede gördüğüm en yaygın toplumsal hastalık “haset” oldu. (Bu toplumsal hastalığın bir bize özgü olmadığını biliyorum. Bizimkinin hırs katsayısı biraz fazla olsa gerek). Hasetin yani kıskançlık ve çekememezliğin en ilginç yanı da insanların tanımadıklarına değil de tanıdıklarına, çevresindekilere, en yakınlarına hatta kardeşlerine bile haset etmeleri. Spikerlik sınavlarını kazanıp göreve başladıktan birkaç ay sonra bir yakınım, oldukça yakınım, hiç neden yokken, durup dururken, fakat hiç olmazsa yüzüme, “Konuşmak da iş mi, herkes konuşuyor,” demişti. Çok da sevdiğim o insanın haset içeren sözleri bende şaşkınlık yaratmıştı. Olayın bir başka ilginç yanı da kıskanılan kişinin ille de imrenilecek özellikler ortaya koymasına gerek olmaması. Küçük bir statü değişikliği, sınavlarda iyi not alması, sınıfını geçmesi, güzel bir kızın ona ilgi duyması, çocuğunun gösterdiği başarı gibi durumlar haset duygularının harekete geçmesi için yeterli olmaktadır.

Hasetin eşanlamlıları kıskançlık, çekememezlik, kindarlık. Basitçe dile gelen bu duygular insanın içinde mayalanmaya başladığında hezeyanlara varıp iftira, kandırma, güç durumda bırakma, engel olma, malına mülküne sinsice zarar verme, hatta darp etme gibi eylemlere yol açabiliyor. Bizde hasetten kaynaklanan en yaygın eylem biçimi dedikodu, yani arkadan konuşma, yani çekiştirme. Böylece kişi hakkında onun yakın çevresinde kanaat oluşuyor. Tartışmasız bütün din kitapları gıybeti ve iftirayı ele alarak büyük günahlar arasında sayarken üzüm üzüme bakıp karardığından mı, bu günah bu inançlı kişilerin umurunda olmuyor.

Sözgelimi Hz. Muhammed’in konuyla ilgili hadisi şöyle: “Ateşin odunu tükettiği gibi haset de insanı yakar bitirir.

Felak Suresinin beşinci ayetinde de şöyle diyor: Sığınırım Allah’a …ve kıskançlık duyduğunda kıskancın şerrinden.

Din olayının dışında haset ahlak felsefesinin başlıca konuları arasındadır. Sözgelimi Spinoza Ethica’sında, “Yanındakilerin mutsuzluğu mutsuzun tesellisidir” özdeyişini anımsatır ve ardından şöyle sürdürür: “Kendini aşağılayan, başkalarından ne denli aşağı olduğuna inanırsa acısı o denli büyük olacaktır ve bu yüzdendir ki başka hiç kimse haset duymaya kendini aşağılayan insandan daha yatkın değildir.

Görüldüğü gibi Spinoza, hasetin kaynağında aşağılık duygusunu bulmaktadır.

Bu öylesi bir duygudur ki diyelim haset edilen haset edene bir iyilikte bulunmuş olsun. Hatta diyelim bir şekilde onun hayatında önemli bir yer tutmuş ötesi diyelim hayatını kurtarmış olsun. Buna rağmen o duygu öyle kolay kolay onda yok olmaz. Peygamberin dediği gibi haset onu yakar bitirir, gördüğü tüm iyiliklere rağmen sinsice hasetin ateşini körüklemeyi sürdürür.

Hasetin en çok mayalandığı, için için köpüklendiği yerse sanat dünyasıdır. Orada küçümseme, indirgeme, sıradanlaştırma, önemsizleştirme, görmezden gelme, inceden alay etme oyunları oynanır. Hezeyan aşamasındaysa iftiralar başlar. Öyle ki iftira eden bir iki hafta sonra söz dönüp dolaşıp kendine geldiğinde yalanına inanmak durumunda bile kalır ve ilginçtir sevinir, rahatlar.

Ülkemizde sanat dünyasını genelde burjuvalar ve burjuva heveslisi küçük burjuvalar oluşturur. Toplamına kendilerine benzemeyenlerce “entel” adı verilmiştir (iyi ki benzemiyorlar). Kendilerini bir şekilde ifade ederek ortaya koymak isteyen bu zavallılar için sanat, sanatın beğeniye dayanmasından, herkesin de iyi kötü bir beğeni düzeyinin olmasından ve bunun da tartışılamaz olmasının rahatlığından bir de insanlara kültürel bir hava vermeye fevkalade elverişli bulunmasından eşsiz bir alan olmaktadır. Yaz aylarında “Bodrum” gibi yerlerde rakı balık olan bu insanlar kış aylarının akşamlarını ellerinde kadehler, dillerine doladıkları etkinlik süjelerini (kişi ya da ürün) eleştirerek geçirirler. Oysa tüm kültürleri çevre bilgisinden öte değildir. Aldıkları eğitim kültürel bir zenginlik izlenimi verse de düşünsel bir performans yaratmaya bir başına elverişli olmaz; okul bilgileri, onların çenelerini harekete geçiren yakıt olmaktan öteye geçmez. Çünkü onlar haz dünyasına demir atmışlardır. Orada laf ucuzdur. Orası kişiliğin ve lafın ucuzladığı yerdir.

Kendileri de içinde bulundukları durumun ayrımında olduklarından aktivist bir tutum içine girerek laflarının arkasında olduklarını göstermek isterler. Her türlü etkinlik onlar içindir. Etkinlik ortamlarında buluşurlar, verilmesi gereken pozlarla içkilerini yudumlayıp söyleşirler. Birbirlerine övgüler, aralarında olmayanlara hafiften dokundurmalar, ötesi yergiler sürer gider.

Bu konuda en güzel örnek Orhan Pamuk olmaktadır. Orhan Pamuk bu haset dünyasının en önde gelen malzemesidir. Edebiyattan anlasın anlamasın birilerinin onunla ilgili söyleyeceği bir şeyler mutlaka vardır. Çok garip bir şekilde onu okumayanlar da eleştirmektedirler. “Kitabını okuyamadan bir kenara fırlattım,” diyen öfkeli kişi başta onun sıkıcılığını dile getirdikten sonra kulaktan dolma bilgilerle hakkında bir yığın bilgiyi ardı ardına sıralayabilmektedir.

İşte böylesi bir tatmin oluş.

Enteller daha çok büyük şehirlerde barınırlar. Gezindikleri ve kendilerini ifade ettikleri yerler daha çok eğlence merkezlerinin bulunduğu mahallerdir. Sözgelimi İzmir’in Alsancak semtindeki Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde entel entel kitap gezdirirler. Serpintilerine bir miktar Karşıyaka’da bir miktar da Güzelyalı’da rastlamak mümkündür.