Hukukun Üstünlüğü Ne Demek?

“Devletçilik” başlığı altında ülkenin gerçek gündemini somut gerçeklerle, projelerle ele alıyorum. Konut sorunundan tarımsal üretime, sanayi üretimine, mutfağa, işsizliğe, adaletsizliğe, eğitime ve her türlü yaşamsal soruna gerçekçi projelerle çözümler getiriyorum. Bunu neden yapıyorum? Çünkü benimki gibi somut çözümleri muhalefet partileri getiremiyor. Çünkü siyasetin, meçhul odaklarca belirlenen kırmızı çizgileri var. Sözgelimi CHP ne gündem belirleyebilir ne de proje üretebilir, sadece iktidarın belirlediği gündem üzerinden istediği gibi özgürce muhalefet edebilir ve yine iktidarın ürettiği projeleri acımasızca eleştirebilir. Bu nedenle muhalifler bu ülkede bir nevi sazandırlar. İktidarın yemlerine balıklama atlamaktadırlar. Nereden biliyorsun, diye soracak olursanız yanıtım “bilmiyorum” olacak. Fakat yaşananlardan bir başka sonuç elde etmemiz mümkün olmuyor.

Ele aldığım maddelerin ayrıntılarına burada gerektiği ölçülerde yer vereceğim.

“Anayasa Değişecek” Başlığı Altında Hukukun Üstünlüğü Maddesinin Açılımı
Yaşadıklarımıza, olan bitene, gördüklerimize, dokunduklarımıza gerçek diyoruz ve biz bu gerçeklere göre hayatımızı düzenliyor, yaşamımızı sürdürüyoruz. Dolayısıyla gerçeklerin dışında, birer gerçekmiş gibi olan yanıltıcı şeyler yanlışa düşmemize yol açıyor, hayatımızı zora sokuyor.

Ne yazık ki kimi insanlar bulduklarıyla, hak ettikleriyle yetinmezler daha fazlasını isterler. Bunu yaparlarken başkalarının haklarını çiğnediklerini, çiğneyeceklerini düşünmezler. Onlara göre dünya fırsatlar dünyasıdır ve bu fırsatları değerlendirecek ölçülerde akıllı insanlar vardır; değerlendirirler, kazanırlar. Bu onlara haktır çünkü fırsatlar herkese açıktır ya da herkes kendi fırsatını yaratır. Üstelik Allah insanlara en değerli şeyi, aklı vermiştir; kimileri daha akıllıdır ve doğal olarak kazanırlar, akıllarını kullanamayanlar da elbette nal toplarlar. Bu bir yerde tanrısal adalettir(!)

İşte kapitalizmin ve daha genel olarak ele alırsak tüm insanlık tarihinde mülkiyetçi anlayışın mantığı ve dayanağı budur. Oysa onların “daha fazlası” dedikleri bizim emeklerimizle ortaya koyduklarımızdır, emeğimizin ürünüdür, geçimimizdir. Daha fazlasına sahip oluşta yani servet sahibi oluşta mutlak olarak bir kandırış ve kandırılış vardır. Kandıramadıkları yerde zor vardır, gaspetme vardır. Bu nedenle insanlık tarihi, köleliğin, acımasızlığın, adaletsizliğin, faşizmin, savaşların ve istismarların tarihidir. İğrenç bir tarihtir. Gurur duyulacak en küçük bir yanı yoktur. Onun içindir ki o tarihin, gerçeklerin anlatımından, haksızlıklardan, zulümlerden, insanlık dışı uygulamalardan söz etmesi mümkün olmaz. İnsanı değil ulusçuluğu odak noktası alır ve savaşları, işgalleri, köleleştirmeleri, sömürüyü kahramanlık olarak gösterir. Kimi ülkelerde buna resmî tarih de denir.

Fakat muhteşem bir paradoks ortaya çıkar: bu iğrenç tarihin içinde saklı kalan, açığa çıkmasından korkulan ve fakat açığa çıkan bir de insanlığın tarihi, “Toplumsal Mücadeleler Tarihi” vardır ki insanı insana anlatan gerçek tarihtir. Bu tarih “İnsanlık” kavramını içerir; zorbalara ve açgözlülere karşı verilen mücadelelerle ortaya çıkmış, gelişmiş ve insanı, insanlığı belirlemiştir.

Kandırma olayının kökeni:
Köleci toplum düzeninde ve Feodal dönemde insanlar kandırılmıyordu. Krallar, askerler, zenaatçılar, din adamları ve köleler vardı. Düzen buydu ve bu düzeni ayakta tutan kralın askerî gücüydü. Hepsi bu kadardı ve kandırmaya gereksinim yoktu. Ancak kapitalizm parlamenter demokrasiyle birlikte vücut buldu. Kralın yönetimi yerine halkın yönetimi amaçlandı ve seçilenler ülkeleri yönetmeye başladı. İşte o aşamadan sonra seçilebilmek için siyasetçiler halkları kandırmaya başladılar. Siyaset, kandırmakla eşanlamlı hale geldi. Ekonominin temel taşı haline gelen burjuvalar devleti ele geçirmek zorundaydılar ve paralarının gücüyle ve her ne pahasına olursa olsun türlü atraksiyonlarla tüm dünyada bunu başardılar. Ve insanlar yine birilerinin yönetimi altında kaldılar. Arzu edilen özgürlük bu dünyada bugüne kadar hiç görülmedi. Her alanda birileri diğerlerinden hep üstün oldu.

Sonuç:
Hukukun üstünlüğü, ortak aklın yönetim tercihini, gecikmeksizin, açık ve seçik olarak ortaya koyacaktır. Yani toplum nasıl bir dünya düzeni istiyorsa bu ancak hukukun üstünlüğünün sağlanmasıyla gerçekleşecektir. Bu nedenle gecikmeksizin kuvvetler ayrılığı ilkesinin hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu nedenle dünyada ilk kez hukukçuların seçeceği ve hukukçulardan oluşan bir senatoyu öngörüyoruz. O senato ki “Hukukun Üstünlüğü”nün kalesi olacaktır.