Yeni Trend Sosyalizm

Marks, büyüme teorisinde gün gelecek teknolojik gelişme sonucu emek yoğun metotlardan teknik yoğun metotlara geçileceğini yani üretimin insansızlaştırılacağını böylece muazzam bir işsizler ordusunun ortaya çıkacağını, sermayenin büyüye büyüye devleşeceğini, küçük ve orta ölçekli tüm işletmeleri yutarak orta sınıfı ortadan kaldıracağını, orta sınıfın da işsizler ordusuna katılacağını, böylece sac ayaklarından birini kaybederek dengesini yitiren sistemin işsizler ordusunun saldırısıyla tarih sahnesinden silineceğini söyler. Zaten azalan kâr yasası çerçevesinde o devleşen sermayenin gün gelip gelirleriyle giderlerinin eşitlendiği bir dönemde, ki sermayenin zirve yaptığı yerdir orası, artık orada tutunmasının mümkün olamayacağını, iflaslarla sistemin kendiliğinden tasfiye olacağını, bir kaos ortamının yaşanmaması için de emekçilerin sosyalizmi kurmaları gerektiğini söyler.

Marks’ın büyüme teorisini Amerikalı yazar Jack London romanlaştırmıştır. Kitabının adı “Demir Ökçe”dir.

Marks’ın bu öngörüleri zaman zaman sermayedarlar ve onların yalakaları ve kemik yalayıcılarınca alaycı bir dille kehanet olarak nitelenmişti. Bugünse bu kehanetlerin adım adım gerçekleştiğini görüyoruz.

Gerçekte sistem on yıl süren 1929 Ekonomik Bunalımıyla çökmüştü. O günleri de yine Amerikalı yazar John Steinbeck “Gazap Üzümleri” adlı romanında anlatır. Sistem o günden bu yana suni teneffüsle ayakta tutulmaya çalışılıyor. Hırsın ve doymazlığın karakterize ettiği bir sistem sistem olabilir mi, ayakta durabilir mi? Gerçekte Kapitalizm başından beri fiyasko olan bir ekonomik sistemdir. Her on, on beş yılda bir sürünürcesine bir bunalım yaşanıyor. Böyle bir şey sistemin işlemediğinin, yürümediğinin göstergesidir. Ancak bu hastalığa da artistik bir seslenişle “dönüşümsel dönemler” deniliyor, böylece ekonomi bilimi bakımından bilimselleştiriliyor ve olağanlaştırılıyor. Ne oluyor da krize giriliyor? Yanıt açık. İşlerin yolunda gittiği dönemlerde dizginlenemeyen, dizginlenmesi doğasına aykırı olan finans sektörü uzmanlık alanı haline getirdiği yollarla tokadını sallamakta, cebini üç beş kat daha fazla doldurmakta (geometrik artış), pisliğini de kendilerinden yana olan devletlere temizletmektedir. Bizler de safça perde arkasını görmediğimiz ekonominin kötü gidişinden yönetimleri sorumlu tutarız, bir dahaki seçimlerde seçmeyerek, muhalefet partisini yönetime getiririz. Onun da işi kemerleri aşırı derecede sıkmak, vergileri arttırmak, sermayenin yeniden at koşturacağı koşulları yaratmak olur. Halk kriz dönemini aratacak ölçülerde kendini bunaltan bu partiyi de seçimlerde cezalandırarak yine eski partiyi iktidara taşır. Demokrasi oyunu, yutturmacası böyle sürüp gider.

Bugün sermayenin krizlerle kârını üçe beşe katlayacağı durumlar artık kalmadı. Batının altın çağı bitti. Batı cazibe merkezi olmaktan çıktı. Ekonomileri durağanlaştı. Yeniden dinamizm kazanması diye bir şey yok. Ancak iyi kötü idare edip “istikrar” diyebilmeleri başarıları olmaktadır. Kara göründü. Sorozların horozların uydurmalarıyla bir yerlere varılamayacağı artık anlaşıldı. Palavra dönemi sona erdi. Batıya entegre komünist Çin bile kalkınmada hız kesti. Politikacılar şaşkın ördekler misali tam olarak ne yapılabileceğini bilmeksizin, hiçbir umut taşımaksızın akıllarına en uygun geleni yaparak bir çıkış yolu arıyorlar. Söz gelimi bölgesel savaşlar çıkararak bir büyük savaşın daha batıyı yeniden ikinci dünya savaşı sonrası günlerine döndürmesi mümkün olabilir mi, sorusunun yanıtını arıyorlar. Ayrıca savaşlar her zaman yönetimlerin işine yarar çünkü savaş insan yaşamına dönük ciddi bir iştir. İç politikada itibar kaybeden yönetimler olayla ciddiyet ve önem kazanır.

Sistemin düşünürlerinden biri olan Zygmunt Bauman günümüzde Marks’ın büyüme teorisini farklı bir şekilde teyit etmektedir. Postmodernizmin bu ateşli savunucusu çok içtenlikli bir tutumla sistemin sonunun geldiğine dair belirtileri farkında olmaksızın ortaya koymaktadır.

1920 yılında Polonya’da doğan Bauman, 1968’de Polonya’dan kapı dışarı edilince İsrail’e yerleşir. Sonradan İngiltere’ye geçer.

Marks ne demişti, teknoloji kendi kendini üretir hale gelecek ve fabrikalarda çalışanlar işsiz kalacak. Bauman da aynı şekilde Marks’ın düşüncesine koşut günümüzde işsizlerin “yedek işgücü” olmaktan çıktıklarını, fazlalık olduklarını söylemektedir.

Bauman üretime dönük dönemin bittiğini artık tüketim ekonomisine girildiğini söyler. “Postmodernizm ve Hoşnutsuzlukları” adlı insanı dehşet içinde bırakan kitabında tüketimi kutsayarak onun coşku ve mutluluk verici bir serüven olduğunu dile getirir. Tüketiciliği sanat olarak yorumlar. Tüketici olanların, olabilenlerin yetenek sergilediklerini, bu nedenle tüketmeye hak kazandıklarını, tüketmenin özgürlük olduğunu savunur. Tüketemeyenlerinse kapasitesiz, niteliksiz oldukları için tüketim ekonomisinin dışında kaldıklarını, sistemin dışkıları olduklarını ileri sürer. Sistem için bir tehdit oluşturan bu insanlar varoşlara hapsedilerek gözetim altında tutulmalıdır. Bunlar bir şekilde ve neredeyse her şekilde eritilerek yok edilmelidirler.

Bauman’ın talepleri ne denli acımasız ve insanlık dışı olsa da Marks’ın Büyüme Teorisi’nin sermaye tarafından onayıdır. Bauman şöyle diyor: “Tüketici özgürlüğünün yayılması ile tüketici güçleri ve yetilerinden mahrum bırakılan insanlar bir köşede denetim altına alınmalıdır. Kamu fonları üzerinde ve dolayısıyla da ‘vergi mükelleflerinin paraları’ ve özgür tüketicilerin özgürlükleri üzerinde bir yük olan bu insanlar mümkün en düşük maliyetle kontrol altında tutulmalıdır. Eğer atıkların yok edilmesinin (waste-disposal) maliyeti, atıkların yeniden kullanıma kazandırılmasının (waste-recy-cling) maliyetinden daha azsa o zaman buna öncelik verilmelidir. Yok eğer bu eksikli tüketicilerin tamamen dışlanma ve hapsedilmeleri daha ucuzsa…”

Bauman, işsizler ordusunun imhası üzerine ne yapılacağına ilişkin bir başka çözüm daha getiriyor: “Bunlar artık ‘emeğin yedek gücü’ değil, tam olarak ve gerçekten “fazlalık nüfus”tur. Bu ne işe yarayacak? Öteki insan vücutlarına deva olacak organların tedarikine mi?”

Sistemin düşünürlerinden Bauman’ın sözleri çok çok önemlidir çünkü onun bu sözlerine bakarak aristokrasiden gelip de dünyayı yöneten ve yönetimi ve saltanatı hak ettiklerini düşünen ayrıca bunu Tanrısal bağlamda da böyle gören bu olağan olmaktan uzak insanların, geride kalanları yani halkları hiçbir şekilde umursamadıklarını, kılları bile kıpırdamadan savaşlar çıkarabildiklerini, insanları bile bile ölüme gönderebildiklerini anlayabilmemiz mümkün olur.

Samimiyetinden hiç kuşku duymadığım Zygmunt Bauman hakkında daha sonra daha geniş bir araştırma çerçevesinde yazmak istiyorum. Şimdilik bu kadarla yetinelim.

Kara göründü ve yavaş yavaş sermaye sınıfının en önemli isimlerinden sosyalizme ilişkin sözler duyulmaya başlandı.

Microsoft’un kurucusu seksen milyar dolarlık Bill Gates çevre konusunda görüşlerini dile getirirken özel sektörün yetersizliğini, çarenin devlette olduğunu söylemiş.

Biz devletçiliğin önemini yıllardan beri söyleriz kulak asan olmaz. Biz züğürtler ne denli akıllıca anlamlı şeyler söylersek söyleyelim bir değeri olmaz. Seksen milyar dolarlık Bill söyleyince yer gök birbirine karıştı. Lütfen devam et Bill. Özel sektörün işleri ayrı, devletinkiler ayrı de. Buna “Karma Ekonomik Sistem” diyorlar de. De ki, karma ekonomik düzene geçelim, Amerika için başka bir kurtuluş olmaz, de. Örneği var, de. Türkiye’de cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal’in sistemidir, uygulamış ve başarılı olmuş, de. Ulan Allah belanızı versin nedir sizin bu özel sektör paranoyanız hastalığınız, de. Bizim içimizden geçenleri söyle Billimiz. Onlara devletin yapacağı yüz liralık işi özel sektöre iki yüze yaptırırsan bu halkın sömürülmesi olmaz mı diye sor. Yoksa ortak mısınız, malı birlikte mi götürüyorsunuz diye sor. Sor ki biz de, “Nice bir seksen milyar dolarlar sana helal olsun,” diyelim.

Amerika’da Bill devletçi bir söylemde bulunurken bizde de ülkenin en büyük özel kuruluşunun, Koç Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Ali Koç fütursuzca sermayenin kanını donduracak laflar ediyor: “Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Gerçek sorun kapitalizmdir.”

Değerli yoldaşlar! Yeni bir Che Guevara’mız doğuyor. Halkların devrimci mücadelesinde yoldaşımız Ali’ye başarılar diliyoruz. Yolun açık olsun Ali! Yürü Ali! Kim tutar seni Ali!

Son örneğimiz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın G-20’de (2015) yaptığı konuşma. Sayın Cumhurbaşkanı patronlara sesleniyor: “Biraz az kazanın. Kazandıklarınızı dar gelirli insanlarla paylaşın. Bunu bir defa başarmamız lazım. Fakiri tahrik etmeyelim.”

Valla fakiri tahrik etmeyin. Ne olur ne olmaz. Bu dünyanın bin türlü hali var. Biri de fakirlerin tahriki olmasın.

Bu tür tavsiyelerle bir yerlere varılamayacağı açık. Çünkü sistem tavsiyelerle yol almaz.

Doğrusunu Bauman söylüyor. Bütün fakirlerin Allah belasını versin. Olmasalar dünya ne güzel olurdu.

Ancak varlar.
Varlar ve fakirlik kader değil. Onlar deneysel kazanımlarıyla kendi kaderlerini kendileri tayin edecekler ve güzel bir dünya kuracaklar. Bugün ya da yarın.

Halil İbrahim Balkaş